AKP içinde bir şeyler çok fena yırtıldı.
Bu yırtıklar bundan böyle kolay kolay dikiş tutmayacak...
Çatlak derinleşiyor, büyüyor, her geçen gün saklanamaz, üstü örtülemez hale geliyor.
Bazı köşeleri okuyorum.
Sedat Laçiner’in İnternetHaber’deki yazısından:
AK Parti’ye çok yakın bir isim olan Hakan Albayrak, yazısında Cumhurbaşkanı’na “Böyle yapma Reis, Allah aşkına” diye hitap ediyordu:
“Reis’in ana muhalefet gibi hareket etmesini, hele seçim sürecinde hükümeti ve AK Parti’yi zafiyet içinde göstermesini istemiyoruz!
Merkez Bankası meselesi nasıl tatlıya bağlandıysa diğer meseleler de tatlıya bağlansın.
Bağlanamıyorsa, Hakan Fidan'ın MİT’e dönmesi gibi herkes eski yerine dönsün.
Abdullah Gül yeniden Cumhurbaşkanı, Recep Tayyip Erdoğan yeniden Başbakan, Ahmet Davutoğlu yeniden Dışişleri Bakanı olsun!”
Benzeri bir kaygıyı Yeni Şafak yazarı Abdülkadir Selvi de yazısına taşımıştı. O da AK Parti’nin başarısının sırrı olan ‘büyü’nün bozulmakta olduğu uyarısında bulunmuştu…
Selvi şöyle diyordu:
“AK Parti’nin bir büyüsü vardı. Kitleler AK Parti’yi istikrarın sembolü olduğu için tercih ediyordu.
Bu büyü bozuluyor”.
ÖZAL, DEMİREL ÖRNEKLERİ…
Arınç ile Gökçek arasındaki atışmaya bakınca meselenin ne kadar derinlere inmekte olduğunu görebiliyorum.
Bu duruma başta Sayın Erdoğan olmak üzere, partinin etkili isimlerinin el koyması gerekiyor…
Ancak bundan daha önemlisi, başta Abdullah Gül olmak üzere, partinin kendi ‘çocukları’na sahip çıkması, gönül yaraları açmaması gerekiyor… Elbette bundan daha önemlisi parti içinde birden fazla siyasi kıble oluşmasından kaçınmak da gerekiyor…
ANAP ve DYP örnekleri ortada.
Eğer bunlardan ders alınırsa tarih tekerrür etmeyecektir.
AKP’DE TEDİRGİNLİK…
Fehmi Koru’nun dün HaberTürk’teki köşesinden:
Eskiden beri tanıdığım AK Partililerde daha önce hiç karşılaşmadığım türden bir tedirginlik görüyorum.
İçerideki ihtilafın dışa vurulduğu son çıkışlardan çok önce başlayan, ancak “Burada hükümet de var” çıkışına, “Ben konu mankeni değilim” cevabıyla devam eden son tartışmalarla zirveye tırmanan bir tedirginlik bu.
Partilerinin zaafa uğrayabileceği ve başka partilerin başına gelenin tekrarlanabileceği endişesi giderek AK Parti tabanında yaygınlaşıyor.
Önümüzde DSP, DP, DYP ve ANAP gibi örnekler dururken bu endişeye “Yersiz” diyemeyiz.
ÖZAL’IN ANAP’INDA OLANLAR…
Abdülkadir Selvi: AK Parti’nin bir büyüsü vardı. Kitleler AK Parti’yi istikrarın sembolü olduğu için tercih ediyordu. Bu büyü bozuluyor”.
ANAP’ta olanı hatırlayalım; kurucusu ve lideri Turgut Özal’ın cumhurbaşkanı seçilmesi sonrasında yaşananları:
Özal sadakatinden hiç kuşku duymadığı Yıldırım Akbulut’u başbakan atamıştı.
Ancak ilk krizde, Körfez Savaşı sırasında, başbakanla arasında ciddi sıkıntılar yaşanmıştı.
Genelkurmay Başkanı Org. Necip Torumtay’ın istifasına yol açan siyasi kriz sırasında, Özal’ın, başbakanlığa getirdiği Yıldırım Akbulut’un da istifasını beklediğini biliyorum.
Öyle gelişmedi olaylar...
Krizin varlığını değerlendiren Mesut Yılmaz, araları pek de iyi olmadığı halde, Özal’ın hayal kırıklığından yararlandı. Cumhurbaşkanının eşi ile çocukları üzerinden geliştirdiği politik manevralarla ilk kongrede partiyi ele geçirmeyi başardı.
Sonrası herkesin malumu: Kurucusunun çizgisinden sapmaya ve seçim yenilgileri tatmaya başladı ANAP...
DEMİREL’İN DYP ÖRNEĞİ…
Fehmi Koru: Eskiden beri tanıdığım AK Partililerde daha önce hiç karşılaşmadığım türden bir tedirginlik görüyorum.
Siyasi haklarına kavuşan Süleyman Demirel ANAP’ı iktidardan edebildi.
Peş peşe hatalar, Özal’ı, “Acaba cumhurbaşkanlığını bırakıp yeniden siyasete mi dönsem?” noktasına kadar götürdü.
Duyargaları açık AK Partililer “Yoksa biz de mi?” endişesine boşuna düşmüyor...
Bir de Demirel ile DYP genel başkanı seçilip başbakanlığı üstlenen Tansu Çiller arasında yaşanan sıkıntılar var...
Mesut Yılmaz’dan ANAP’I kurtarmaya çalışan Özal’ı bir yana bırakıp DYP’yi Demirel’den uzaklaştırmaya kararlı Çiller’i gözünüzün önüne getiriniz. Yakınlarına, “Bir ara içimden şu kadını Köşk’ün penceresinden aşağıya atayım düşüncesi geçti” itirafını yaptığını duyardık Cumhurbaşkanı Demirel’in.
O hisleri yüzünden Çiller’in başarılı olmasını istemedi Demirel ve DYP’yi yok olma noktasına götüren sürecin önünü açtı.
Parti elinden gittiği için 28 Şubat’la dışa vuran yeni ittifaklar kurarak yıllarca izleyegeldiği çizgisinden saptı Demirel...
Tayyip Erdoğan halkla kurduğu doğrudan ilişkiye ve tabanın kendisine olan sarsılmaz bağına güveniyor.
Kendisine ve yanındakilere şaşırtıcı gelebilir.
Ama Özal ile Demirel de aynı güven içerisindeydiler.
Nasıl güvenmesinler; her ikisinin partisi de, kendilerinin zirvede oldukları dönemlerde, AK Parti’nin aldığından farksız yüksek oranda oy almayı başarmıştı.
AKP BİLE KATLANAMAZ!
Şahin Alpay’ın dün Zaman’daki köşesinden:
Erdoğan’ın keyfiliğine ve otoriterliğine AKP bile katlanamaz.
Nitekim bunun işaretleri artıyor. Abdullah Gül, “Demokrasi seçimden ibaret değildir, Türk tipi başkanlık olmaz…” diyor.
Bülent Arınç, Erdoğan toplumu kutuplaşmayı sürdürürse ülkenin “yönetilemez” hale geleceği uyarısını yaptı; “unutmayın, bu ülkede bir hükümet var…” demek zorunda kaldı.
Ali Babacan durmadan “Hukukun olmadığı bir ülkede kalkınma olmaz…” demek ihtiyacını duyuyor.
Koltuğunu ve bütün kariyerini Erdoğan’a borçlu olan Başbakan Ahmet Davutoğlu bile, haklarında yolsuzluk ve rüşvet iddiaları olan bakanları Yüce Divan’a göndermek istemedi mi, Erdoğan’ın “sır küpü”nü hükümete almaya kalkışmadı mı? “Devlet adamının gurura kapılması tehlikelidir…” bile diyebildi.
BU ADAM BİZİ YAKACAK!
Şahin Alpay: Erdoğan’ın keyfiliğine ve otoriterliğine AKP bile katlanamaz. Nitekim bunun işaretleri artıyor.
Meslektaşım Levent Gültekin’in Bugün’deki röportajından:
Yolsuzluk iddialarının ne kadar gerçek olduğunu bilmeyen kimse yok.
Bu arkadaşların birçoğunun gerçek düşüncesini biliyorum.
En yandaş yazarın ağzından duydum:
“Bu adam bizi yakacak!”
Bunu açıklamıyorlar.
Bir anlamda gönüllü kölelik yaparak ülkenin uçuruma gitmesine ortak oluyorlar.
Hava böyle.
Uzun lafın kısası:
AKP’deki yırtığın dikiş tutacağını sananlar aldanıyor.
Tayyip Erdoğan’la yuvarlanır gidersiniz.
O kadar.